Psikolojik sağlamlığınız, toparlanma (iyi oluş) gücünüz ne kadar?
BÖLÜM 1
Hepimiz zamanla yarışan bir koşuşturma içindeyiz. Hep bir şeyleri kaçırıyormuş gibi hisseden bir haldeyiz. Öyle ki insanın hayırdır bu acele, bu telaş ne! Nereye? Marsa mı? Yolculuk diyesi geliyor? Kimi insanların yapısı böyledir. Durmak nedir bilmezler, sürekli aktiftirler. Yaptıkları hiçbir zaman yeterli gelmez. Hız, bize verimlilik, başarı gibi çekici armağanlar verse de, müthiş bir belirsizlik, bilinmezlik duygusuyla kaygılarımızı körüklemektedir.
Zaman akıp giderken, bize öğretilen, birazda dayatılan kalıpların ve yaşam biçiminde kaybolur gideriz. İnsanlar yedi yaşında kurulu düzene otomatik olarak girip emekliliğe kadar hız yaparlar. Yaşam denen yarış içinde depresyondan şizofreniye gelmeden önce bir soluklanıp koşuşturmadan sıyrılmayı bilmek gerekir. İnsanın enerjisi sonsuz değildir. Sınırları vardır. Bir yerden sonra yedek pil kullanmak zorundayız. İnsanın popüler kültüre özenmekten kurtulup, özgün olmaya bakması kendisi için hayırlıdır. Özenmenin sonu yoktur. Özensiz olup bir yerlere savrulmakta hoş değildir. Ancak, elimizden gelenin en iyisini gerçekleştirdikten sonra olmuyorsa da üzülmemek, durumu kabullenmek hatta sindirmek kendimizle barışık olmak gerekir.
Bazı yararları yanında hızın aksine eylemsizlik çürümenin çürümesini getirir. Hayallerimizi gerçekleştirmek için güle oynaya uygulamaya geçtiğimizde evdeki hesap çarşıya uymaz. Konfor alanımızdan çıkmak durumunda kalır, zaman zaman kaygı, düş kırıklığı, burun üstü çakılmalarla (hüsranla) yüz yüze kalırız. Bazen de bizi zorlayan, bize devamlı verilen gaz; hep yükseltir. Şişirile şişirile, pohpohlana, pohpohlana balon gibi oluyoruz. Şahsımıza yapılan İltifat olsa gerçekçilik yönünün bir dayanağı olur. Pohpohlanmakla ile iltifat arasında fark vardır. Pohpohlama, yalakalık ederek gerçekleri gizlemek, görmezlikten gelme olduğundan, gaz verilen kişiyi kullanmayı amaçladığından tehlikeli ve yanlıştır. Karaktere bağlı olmadığından içsel kaynaklı değil dışsal referanslıdır. İltifat ise kişileri doğru yolda yürümeye, koşmaya özendirir.
İnsanı bir balon ya da zeplin gibi düşünürsek yükselmek için ya yaşamın bazı yüklerini atması ya da kendine anlam, güçlü bir itici güç, enerji (motor) bulması gerekmektedir. Olası yükler; başkalarının bizden beklentisidir. Başkalarının beklentilerini karşılamak ömrümüzü yer bitirir. Bizler aslında başkalarının beklentisini gerçekleştirmekteyiz. Aziz olmak, iyi bir kişi olmak her şeye, herkese eyvallah çekmek değildir. Tabii ki yaşamımızda kıramayacağımız, hayır diyemeyeceğimiz sevdiğimiz ve yardıma muhtaç insanlar olacaktır. Onlar için elimizden geleni yapmak, iyiliğe kodlanmak, odaklanmak insani bir durum olup, kişiyi yüceltir. Bunlar; psikolojik sermayemizin yakıtı ve itici güçlerindendir. Ancak, insanların çoğunluğu almaya alışkın, azı vermeye eğilimlidir. Al gülüm, ver gülüm alışverişinin dengede olması nefisleri fazla rahatsız etmez. Terazi biraz şaşabilir. Ancak, ihtiyaç sahiplerinin ya da dostlarının makul taleplerini görmezden gelenler bir gün kendilerini yalnız ve desteksiz buldukları da aşikardır. Yaşam iniş çıkışlıdır. Kader programında iyi gün olduğu kadar kötü gün de vardır. Kendinizi, düşlerinizi gerçekleştirmiş bir insan olabilirsiniz. Ama egolarınız, imkanlarınız, paralarınız, kalıplaşmış düşünceleriniz başkalarına yardımcı olmaktan sizi alıkoyuyorsa iyi bir insan olduğunuz konusunda kuşkular vardır. Sonuçta servetler insanlar için bir emanettir. Yangın, deprem gibi birçok doğal afetin sıkça yaşandığı bir dünyada zengin yatıp fakir kalkabilirsiniz. Onca kötü şartlarda yaşayan kişilere bir şekilde destek olamıyorsanız kendi derdinize düşmüşsünüz demektir. Mutlu olamazsınız. İyilik yapmak isteyenler bahanelere sığınmaz, bunun muhakkak bir yolunu, yöntemini bulur. Oysa bir çıkar gözetmeden birilerini mutlu edebildiyseniz özel ve güzel bir şey yapmışsınız demektir. Mücadelesi bitmeyen güzel insan olmak yüce bir duygudur. Ancak mücadelemiz nüfuz, servet, mevki, makam yapmaksa bunlar geçici şeylerdir. Kişinin idraki neyse tanrısı odur. Mevlana hazretleri insan neyi arıyorsa odur demiş. Kişi aradığı şey kadar kıymetlidir…
Modern insan birey olmuş özgün, özel, hassasiyet sahibi, başkalarına hizmet eden insandır. Dünya insanı olmak dünyanın yaşadığı sorunları kendi benliğinde hissetmekten geçer. Kendinle ilgilenmek, modern araçları kullanıyor olmak birey, insan olmak demek değildir. Ancak çoğu zaman, her şeyin hikmetini kendimizden bilip, kendimize büyük payeler atfetmekten hoşlanırız. Bazı insanlar hayatında her şeyin en iyi olmasa da idare eder olduğuna şükrederek ayakta kalmaya çalışır. Kaldırabileceğimiz kadar yüklenmek dengeyi gözetmek gerekir. Tabii evlat, eş, ebeveyn, arkadaş, yönetici gibi değişik kimliklerimizin verdiği tüm görevleri ite kaka yürütmekten kaybolmamağa özen göstermek zordur. Bazen İnsanlar bu kadar kendine neden yüklenir diye sorarım.
Yaşam, yapılacak işlerle (ödevlerle) doludur. Bitirilmemiş işler de aç kurtlar gibi içimizi kemirir, bu karmaşa zihnimizi meşgul edip yorduğu gibi fiziksel enerjimizi de tüketir. Yedek piller de imdadımıza yetişmez. Bu kadar koşturmacaya can mı dayanır. Tükeniklik stres, zorlanma sonucu unutkanlık oluşturur. Bitirilmemiş iş stoku artıkça kendimizi daha fazla işe yaramaz, beceriksiz yetersiz hissederiz. Kendimize inancımız, güvenimiz yavaş yavaş kaybolur. Mücadele gücümüz azalır. Başarısızlıkların sonucu ortaya çıkan çığlar, molozlar yolumuzu kapar, isteğimizi, heyecanımızı azaltır. Yine aynı şekilde bazen yolumuzu şaşırır mayın tarlasına girer, yaralanırız Bazen de ayağımız taşa takılır düşeriz psikolojik açmazlara girer, çıkış ararız. Dünya hali her insan düştüğü zor sıkıntılı durumdan hemen kurtulamaz. Konuya, kişilere kanca gibi takılır kalır.
Aslında zorluklar göründüğü gibi değildir. Nasıl ki büyük lokmaları yenilebilir hale getirmek, dişimizle biraz öğütmek sindirilebilir duruma getirmek gerekiyorsa zorluğu da küçük parçalara ayırarak (bölerek, parçalayarak) çözülmesini daha kolay sağlarız.
İnsanoğlunun gün boyunca yaptığı onlarca, belki de yüzlerce zihinsel saldırı, sadece başkalarına değil aynı zamanda kendilerini de yaralar. Bu fiziksel olmayan zihni saldırılar zamanla beden de birikim yaparak hastalıklara yataklık ederler. İç savaş halinde psikolojimiz iç sesleriyle, iç konuşmalarıyla kendini yargılar. İşte sen söylesin sen böylesin onu niye yaptın bunu niye yapmadın diye susmaz, sürekli konuşur. Olumsuz duygularla yüklü birinden olumlu davranış beklenemez.
Yaşamınızın erken yıllarında ciddi güçlükler yaşadıysanız ileri ki yaşlarda bu size daha büyük zorlukları aşmanıza eşlik edecek bir donanım sağlar. Fevrilik, hemen kızma gibi meseleleri erken yaşta halletmişseniz psikolojik havanızı bozacak durumları kolay atlatırsınız. Genelde insanın kendisine tarafsız bakma yeteneği zayıftır. Bu yüzden kendimizi haklı çıkarma, olumlu görme eğilimimiz vardır. Açıktan başka türlü öfkenizi gösteremiyorsanız, oluşturacağınız fırtına, patlama yargılanacak, kızgınlığınız kabul edilmeyecek bir konumda ise ya da size kendinizi ifade edecek başka bir yol kalmadığında yapmama duymama, küsme vb. tutumlar bu olumsuz durumla baş etme davranışlarımızdır. Susarak, sabrederek kızgınlığımızı olumlu şekilde hallediyorsak pasif saldırganlık (çıldırtıcı pasiflik) davranışlarını sergileriz. Bunları sık yaparsak kişiliğimizin parçası olur. Surat asma, tavır koyma bir anlamda bel altı ortaya konan öğrenilen bir şey olup, sosyal davranışımız bir parçasıdır. Küsmek gibi çeşitli psikolojik kontrol mekanizmasını araç olarak kullanıyorsak ileride birçok ruhsal hastalığa kapı aralarız. Psikosomatik hastalıkların altında karmaşık duygular yatmaktadır. Sosyal davranış portföyümüzü incelediğimizde bilinç altımızdan galya kuyuları çıkar.